1 Temmuz 2004 Perşembe

KURAMSIZ KALAN SOL

Ülkemizde nicedir solun bölünmüşlüğünden yakınır yazarlar,düşünürler,araştırmacılar;sanki bu yapı salt bize özgüymüş ve Ahmet ya da Mehmet’e bağlıymış gibi.
Oysa,görebildiğim kadarıyla,bu dağınıklık,daha doğrusu yapısızlık,örgütsüzlük çok daha yaygın,küresel.
Temelinde de,kanımca,düşünsüzlük,öğretisizlik,kuramsızlık yatıyor.
1989’da Berlin Duvarı’nın,gizlediği bütün o sanal yapıyla birlikte çöküşüne dek,elde bir dayanak,sağlam bir kuram varmış da uygulaması kötüymüş sanıyordu toplumcu dünya görüşüne inananlar da karşıçıkanlar da-üstelik bu sonuncuların belki de işin aslını bildikleri bile düşünülebilir.
Ama o günden beri artık daha hakça,daha insanca bir dünyaya inanan,bu uğurda savaşan,onu yaratmaya çalışan kalmadı,en azından devletler düzeyinde.
Geçen yüzyılın başlarında Lenin’le Mustafa Kemâl’in ezilen halklara bakışları çakışmamış olsaydı,Anadolu’daki son Türk devleti Kurtuluş Savaşı’na girişebilir,bunu kazanıp inanılmaz devrimleri gerçekleştirebilir miydi?
Bugünse,20.Yüzyıl boyunca nöbetleşe devrimin Mekke’si sayılan Moskova’dan da,Pekin’den de en küçük bir ışık,çağrı gelmiyor binlerce yıldır düşlenen hakça,insanca,barışçı dünyanın oluşturulması yönünde.
Aslında biliyorsunuz,bütün bu çağrıların kaynağı Batı başkentleriydi yüzyıllar boyunca,Paris’ti,Berlin’di,Viyana’ydı,Londra’ydı;şimdi oralarda derin bir sessizlik egemen:sanal toplumculuk özleminin buharlaşmasından sonra,herkes anamalcı-ataerkil düzensizlik’e bütünüyle teslim olmuş durumda.
Ortada gözüken,işitilen biricik ikincil irdeleme,bu tartışmasız kabul edilmiş yöntemin kimin,hangi birey ya da örgüt tarafından daha verimli uygulanabileceği konusunda.
Oysa,asal çelişki yerli yerinde:dünya üzerindeki insanlar,şimdiki TÜKETİM İÇİN yaşama biçimini sürdürebilirler mi?bu heves evrenin temel yapısına uygun mu?
Toplumcu dünya görüşünün öncüleri,yaşadıkları yüzyılda,evrensel enerjinin insan emeğiyle simgesel bir değer,para biçiminde birikip dağılmasında toplumsal sınıfların belirleyici olduğunu düşündüler;kuramlarını bu saptama üzerine oturttular;o günden beri de ilericiler bunu benimseyip savundu.
Ama aradaki toplumsal,devletsel denemeler gösterdi ki,sınıflı açıklama yetmiyor,yetmedi:derebeylerinin yerine kentlileri,onların yerine de İsa’ya tapınırcasına kol emekçilerini geçirmeye kalkıştığınızda,hastalık eriyip gitmedi:artıdeğer,siyasal erk özlemi ve bunların kötüye kullanılması eski gibi sürdü.Çünkü,işin temeli,on binlerce yıl önce,doğanın,evrenin asal yapısına uygun anaerkil düzenin yerine aklınıza gelen bütün simgeleriyle ATAERKİL zorbalığı,düzensizliği benimsemişseniz,kurmayı düşündüğünüz,düşlediğiniz bütün ülküsel yapıların temel taşı,yaratıcısı,uygulayıcısı olacak insanın kafasındaki ve elbet davranışlarındaki öğreti aynı kalır,kaldı da.
20.Yüzyılın ikici yarısında bütün bilim dallarında,özellikle dirimbilimde (biolojide) ulaşılan bulguların ışığında,evrensel enerjinin biçimlenmesinde sınıf kavramının hiçbir ağırlığının bulunmadığı;asıl ortak paydanın canlılık olduğu,hiç değilse küçük bir azınlık tarafından görüldü;ama görülmesi,paylaşılması anlamına gelemedi,gelemiyor:çünkü şimdiki sağlıksız düzensizliği sürdürmek isteyen gözü dönmüşler,ellerindeki bütün iletişim-etkileme araçlarıyla bunun tersini yayıyorlar.
Yukarıda değindiğim gibi,ne Moskova’dan,ne Pekin’den bunun dışında bir söz,bir öneri,bir davranış geliyor bugün:olanca güçleriyle G 7’leri anamalcılıkta,tüketim için tüketimde,silahlanmada,çevreyi kirletmede yarışıyorlar.
Bu yarış kazanılır mı?kazanılsa neye yarar?
Fransız bilimadamlarından Henri Laborit,yapıtlarından birinde:”uygarlığın yeniden tanımlanmasının zamanı geldi” diyordu;bu uyarıyı dinlemeye vaktimiz olacak mı acaba?
Müdafaa-i Hukuk, Temmuz, 2004, s. 70