1 Şubat 2004 Pazar

OSMANLICA’YI SAVUNMANIN DAYANILMAZ ŞAŞKINLIĞI

Yakından ilgilenenler biliyordur,Atatürk,daha genç yaşta maddeyi tanımak gerek demiş;madde,başka bir deyişle evrendeki her şeyin temeli olan enerji’nin görünür hâle gelmiş biçimi.
Çağımızın bilimi,ruh,gönül,vicdan gibi soyut kavramları 1950’lerde yele verip onun yerine somut bilgileri,dirimbilimi,güdümbilimi falan geçirmeye başladı.
Bu bilimler,bütün öbürleri gibi, kavram dizilerini sözcüklerle anlatır;burada temel sözcük,enerjinin görünmeyen hâlden görünür hâle gelişini dile getiren Fransızca information’dur;açarsak,biçimlenme,bir biçime girme çıkıyor ortaya;aynı zamanda,o biçimin yönergesini taşıyan bilgi,haber.
Herhangi bir yapının oluşup ayakta durabilmesi için benzeşik öğelerden oluşması,başka bir deyişle tutarlı olması gerekiyor;yoksa yapı dağılıyor,öğeler dağılıp yeniden kendilerini oluşturan evrensel enerji okyanusuna dönüyorlar .
Bu temel bilgilerden yoksunsak,bütün öbür yapılar gibi bir yapı olan dil’i kavrayamıyor,onun keyfi bir şey olduğunu sanıyoruz kaçınılmaz olarak.
O zaman da,tek tek her sözcüğün bellenişi sırasında yaşadığımız öznel,duygusal deneyime göre,dil karşısındaki tutumumuz ister istemez öznel,duygusal oluyor.
En büyük tehlike,bu öznelliği nesnel,evrensel doğru sanma yanılsaması.
Atatürk’ün Cumhuriyeti oluşturan devrimleri tutarlı bir yapının ayrılmaz parçalarıydı;içlerinden birkaçını alıp kimisini atamazsınız:hele dil devrimi işin özüdür,Anayasası’dır.
Oktay Sinanoğlu,Metin Aydoğan,Cengiz Özakıncı,Çetin Yetkin gibi araştırmacı yazarlar,Cumhuriyet denen yapının nasıl oluştuğunu,nasıl savunulması,yaşatılması gerektiğini en ince ayrıntılarıyla özetliyorlar yapıtlarında.
24 saat aralıksız,yüzyıllardır sürdürülen yaymaca sonucu,parçalanıp yutulmak istenen ulusların çimentosu olan dilsel-düşünsel birlikten başlanıyor işe bugün yutup sömürmeye.Üstelik,zehrin üstü her zaman çok cicili bir şekerle kaplanıyor:küreselleşme.
Bunları söylemek gerçek okur-yazarlar,aydınlar için ayıptır,ama karman çorman bir dili savunan,inatla sürdürenler şöyle dönüp bakmıyor,bakamıyorlar:göklere çıkardıkları ,sömürgeci Batı devletleri,kendi dillerinde aynı sorunla boğuşmuyor mu? Almanya,Fransa,Amerikanca’nın çürütücü saldırısı karşısında,yıllar önce,kendi dillerini,kendi terimlerini korumak üzere yasalar çıkardılar.Gerçi,hani şu moda dediğimiz,aşağılık duygusunun canlı simgesi özenç yüzünden,bu alanda yasa masa kâr etmiyor,saldırı ve bulaştırma sürüyor,ama eğer gerçek bir aydınsanız dönen oyunları,tepede dolaşan tehlikeyi unutamazsınız.Kendi dile getirdiği doğruya döneklik edip karman çorman bir dil kullansa da,Sayın Sinanoğlu’nun kitaplarında bu konunun bütün ayrıntıları var.
Oysa,Kâzım Mirşan’la Halûk Tarcan,yıllardır,sömürgen Batı’nın ortalığa yaydığı bütün çarpıtmalara karşın,yeryüzünde ilk abecenin Türkler tarafından kullanıldığını belgeleriyle kanıtlıyorlar kıyılarda köşelerde gizli tutulan yapıtlarında.
Bir noktayı anımsatmama izin verin:Latince’nin halk dillerine dönüşmesine en amansızca kim karşı çıkmıştı? Ayrıcalıklılar,toplumun öbür kesimlerini sömürenler,evren durdukça sömürmek isteyenler:başta din adamları,askerler,hukukçular,yasaları yapanlar.Ve elbet bunların kuyruğuna takılıp birkaç kemik bekleyenler.
Azıcık dirimbilim öğrenmeye başlarsanız,evrenin,aslında oluşturduğu yapıları küçük eklemelerle hemen bütün varlıklarda koruyup sürdürdüğünü görürsünüz;ve bu yapılar alabildiğine yalındır,güneş enerjisi gibi.
Zaman zaman şu saçmalığı yineler kafası karışıklar:bilmem hangi dil,yüzyıllardır değişmemiştir;gelen her kuşak öncekilerin dilini şıp diye anlar.Tepeden tırnağa yalan,düzmece,kandırmaca bu lâf!
Hiçbir İngiliz Shakespeare’i,hiçbir çağdaş Fransız Montaigne’i özgün diliyle okuyup anlayamaz,güncel dile çevrilmeleri gerekir.
Ama hekimlerin,papazların Latince’yi inatla sürdürmeye çalışmaları gibi,kör edesi küçük çıkarlar,ve onların altında yatan korkunç aşağılık duyguları, dupduru toplumsal ilişkilere,onları anlatacak pırıl pırıl dile izin vermiyor .
Evrenin özüne aykırı bu toplumsal yapı,sanırım ancak büyük bir sarsıntıyla yıkılıp yerine yenisi kurulabilecek.
Müdafaa-i Hukuk, Şubat 2004, s. 65